Arama: Kadın & Moda

Kadın kategorisinde genel olarak Moda başta olmak üzere Kadın’a dair her şey yer almaktadır.

Altın Küre Ödülleri sahiplerini buldu! Kazananlar Oppenheimer ve Succession

Bu yıl 81’incisi düzenlenen Altın Küre Ödülleri’nde kazananlar belli oldu. Geçtiğimiz yıl yaşanan senarist ve oyuncular grevi sebebiyle Ocak 2024’e ertelenen 81. Altın Küre Ödülleri’nde sinema dalında En İyi Film dahil beş ödülle Oppenheimer bgaşı çekerken; televizyon dalında Succession, geceden En İyi Drama Dizisi dahil, dört ödülle ayrıldı. İşte 2024 Altın Küre Ödülleri’nde kazananlar…

Geçen yıl Hollywood’u sarsan senarist ve oyuncu grevi sebebiyle Ocak 2024’e ertelenen Altın Küre Ödülleri, dün gece sahaba karşı düzenlenen törenle sahiplerini buldu. Komedyen Jo Koy’un sunumuyla gerçekleşen, Hollywood Yabancı Basın Birliği tarafından verilen 81. Altın Küre Ödülleri’nde televizyon dalında Succession, geceden En İyi Drama dizisi dahil, dört ödülle ayrıldı. The Bear ve Beef dizileri de üçer ödül aldı.
Sinema dalında ise En İyi Film dahil beş ödülle Oppenheimer başı çekti. En çok adaylığı alan Barbie ise sadece iki ödülün sahibi oldu. 
En İyi Animasyon ödülünü kazanan The Boy and the Heron olurken, Drama Dalında En İyi Erkek Oyuncu ödülünü de Cillian Murphy aldı.
Sinema kategorisinde En İyi Yönetmen ödülünü Oppenheimer ile Christopher Nolan kazandı.
İşte Oscar’ın habercisi niteliğindeki Altın Küre Ödülleri’ni kazananlar…
En İyi Film (Drama): OppenheimerEn İyi Film (Komedi/Müzikal): Poor Things
En İyi Yönetmen: Christopher Nolan – Oppenheimer
En İyi Erkek Oyuncu (Drama): Cillian Murphy – Oppenheimer
En İyi Kadın Oyuncu (Drama): Lily Gladstone – Killers of the Flower Moon
En İyi Erkek Oyuncu (Komedi/Müzikal): Paul Giamatti – The Holdovers
En İyi Kadın Oyuncu (Komedi/Müzikal): Emma Stone – Poor Things
En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu: Da’Vine Joy Randolph – The HoldoversEn İyi Yardımcı Erkek Oyuncu: Robert Downey Jr. – Oppenheimer
En İyi Senaryo: Justine Triet Arthur Harari – Anatomy of a FallEn İyi Özgün Müzik: Oppenheimer
En İyi Özgün Şarkı: “What Was I Made For?” Billie Eilish O’Connell Finneas O’Connell – BarbieEn İyi Yabancı Film: Anatomy of a FallEn İyi Animasyon Film: The Boy and the Heron
En İyi Dizi (Drama): SuccessionEn İyi Dizi (Komedi): The BearEn İyi Mini Dizi / TV Filmi: Beef
En İyi Erkek Oyuncu (Drama): Kieran Culkin – Succession
En İyi Kadın Oyuncu (Drama): Sarah Snook – Succession
En İyi Kadın Oyuncu (Komedi): Ayo Edebiri – The Bear
En İyi Erkek Oyuncu (Komedi): Jeremy Allen White – The Bear
En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu (Drama/Komedi): Matthew Macfadyen – SuccessionEn İyi Yardımcı Kadın Oyuncu (Drama/Komedi): Elizabeth Debicki – The Crown
En İyi Erkek Oyuncu (Mini Dizi/TV Filmi): Steven Yeun – Beef
En İyi Kadın Oyuncu (Mini Dizi/TV Filmi): Ali Wong – Beef
Read More

Edirne'deki Roma sur kalıntıları gelecek nesiller için korunmaya alınmalı

Edirne’nin önemli kültür varlıkları arasında yer alan Roma sur duvarları gelecek nesillere aktarılmak üzere korunma altına alınmayı bekliyor.

Trakya Üniversitesi Sanat Tarihi Bölüm Başkanı Prof. Dr. Engin Beksaç, Edirne’nin önemli kültür varlıkları arasında yer alan Roma sur duvarlarının itinayla korunarak gelecek nesillere aktarılması gerektiğini belirtti.
Beksaç, Edirne’nin tarihsel açıdan çok zengin bir şehir olduğunu söyledi.
Sur duvarlarının, kentin önemli kültür varlıkları arasında yer aldığını belirten Beksaç, bu duvarların 2000’li yıllara kadar dikkati çeken bir arkeolojik veri olmadığını ifade etti.
Söz konusu yıllardan sonra kurtarma kazıları neticesinde surların öneminin anlaşılarak varlığının daha net bir biçimde kanıtlandığını dile getiren Beksaç, “Edirne’nin pek çok yerinde sur duvarlarının kalıntılarını görüyoruz. Hatta bazı yerlerde bir kazı yapılsa, bir sondaj yapılsa bu duvarların izlerini görebiliyoruz. Kaleiçi’ndeki su şebekeleri ve doğal gaz şebekelerinin yapımı esnasında da bu sur kalıntılarını görmemiz mümkün oldu. Pek çok bölgede hala surların yüksek şekilde ayakta kaldığı kesimler mevcut. Ama bugün itibarıyla baktığımız zaman kazı yapılan bölgeler dışındaki duvarların çok iyi korunmadığını, unutulmuş olduğunu görmekteyiz” diye konuştu.
Beksaç, sur duvarlarının, Edirne’nin kurulduğu dönemden günümüze ulaşan ilk arkeolojik anıt tipi olduğunu belirtti.
Orta Çağ sürecinde yapılan ekleme ve düzeltmelerin de izlerini görmenin mümkün olduğunu söyleyen Beksaç, “Özellikle yapılan kazılarda bu Orta Çağ sürecinin varlığı daha net olarak ortaya konmuş bulunmaktadır. Edirne’nin itinayla korunması gereken arkeolojik eserleri arasında, sur duvarları, belki de başta gelen tarihi eserler arasında yer alıyor” dedi.
Beksaç, sur duvarlarının, kullanılan taşların yapısı nedeniyle iklim şartlarından olumsuz etkilendiğini dile getirdi.
Sur duvarlarının dikkatli ve planlı bir çalışmayla korunabileceğini ifade eden Beksaç, şunları kaydetti:
“Yapıların arasında, esasında bunlar korunabilir ama şu şartlarda değil. Yani şu şartlarda hepsi kaderine terk edilmiş durumda. Yani genellikle duvara bitişik olarak yapılmış olan evlerin sahipleri kendi yaşamsal koşulları nedeniyle duvarları korumaya çalışıyorlar. Ama bu amatör bir iş değil. Yani her önüne gelenin yapacağı da bir iş değil. Duvar koruma başlı başına bir uzmanlık alanı. Tabii ki koruma şartları itibariyle de farklı özellikler gösteriyor. Farklı malzemeler gerekiyor. Taşların korunması büyük önem taşıyor. Çünkü Osmanlı yapılarından çok daha eski bu yapılar ve o nedenle zaman içinde aşınma büyük. Duvarların önemi şu; yani Hadrian kenti kurduğu zaman ortaya koyduğu duvarların izleri bunlar. Tarih boyunca Edirne çok önemli bir kale kent olarak yaşadı ve varlığını sürdürdü; çok ciddi planlanmış tedbirler alınması lazım.”
Read More

Antalya Devlet Opera ve Balesi

Antalya Devlet Opera ve Balesi (DOB), 11, 16 ve 18 Ocak’ta “Fındıkkıran” balesini sanatseverlerin beğenisine sunacak.

Antalya DOB’dan yapılan açıklamaya göre, yeni yıl kutlamaları ile özdeşleşmiş ve dünyaca ünlü bale topluluklarınca sahnelenen “Fındıkkıran” balesi Haşim İşcan Kültür Merkezi’nde bu sezon son kez sahnelenecek. Libretto ve koreografisi Armağan Davran ve Volkan Ersoy’a ait eserde, Antalya DOB orkestrasını şef Hakan Kalkan yönetirken, eserin başkemancılığını Koray Önel üstlenecek. Çaykovski’nin bestelediği son bale olan eserin dekor tasarımı Gürcan Kubilay, kostüm tasarımı Aydan Çınar, ışık tasarımı ise Mustafa Eski imzası taşıyor. Stahlbaum ailesinin evindeki yılbaşı partisinde Clara’ya hediye edilen “Fındıkkıran” adlı bebeğin prense dönüşmesinin ve ardından gelişen olayların anlatıldığı eserde, “Fındıkkıran” rolünü Yağızhan Danış, “Clara”yı Chisato Ishikawa, “Şeker Perisi”ni Milina Fidan Özbek, “Drosselmeyer”i Evren İskender ve “Kral Fare” rolünü Burak Burçak canlandıracak. Eser, 11, 16 ve 18 Ocak saat 20.00’de Haşim İşcan Kültür Merkezi’nde sanatseverlerle buluşacak.

Read More

Michael Bolton beyin tümörü ameliyatı oldu

Romantik şarkıların dünyaca ünlü yaratıcısı Michael Bolton, beyninde bulunan tümörün ameliyatla alındığını ve iyileşme sürecinde olduğunu açıkladı.

90’lı yılların ünlü şarkıcı ve söz yazarı Michael Bolton, 2023 yılını bıçak altında bitirdi. 70 yaşındaki dünyaca ünlü Amerikalı müzisyen, Instagram hesabından yaptığı açıklamada beyninden tümör alındığını açıkladı. Bolton, “Herkese çok mutlu ve sağlıklı bir yeni yıl dileyerek başlamak istiyorum” şeklinde giriş yaptığı mesajına şöyle devam etti:

“2023’ün bana çok beklenmedik zorluklar sunduğunu da paylaşmak istiyorum. Noel’den hemen önce beyin tümörüm olduğu tespit edildi ve bu durum acil ameliyat gerektirdi. Harika tıbbi ekibim sayesinde ameliyat başarılı geçti.”

Bolton şu anda tedavisine evde devam edildiğini ve ailesinin desteği ve sevgisiyle iyileşmekte olduğunu söyledi.

“Önümüzdeki birkaç ay boyunca zamanımı ve enerjimi iyileşmeye adayacağım, bu da turneye geçici bir ara vermem gerektiği anlamına geliyor” diye yazan Bolton, “Hayranlarımı hayal kırıklığına uğratmak veya bir konseri ertelemek benim için her zaman en zor şeydir. Ancak iyileşmemi hızlandırmak ve kısa süre içinde sahneye dönmek için çok çalıştığıma hiç şüpheniz olmasın” ifadesini kullandı.

“When a Man Loves a Woman” şarkısı hafızalara kazınan Bolton, mesajını, “Yıllar boyunca bana cömertçe gösterdiğiniz sevgi ve destek için minnettarım. Olumlu mesajlarınızı kalbimde tutacağıma ve mümkün olan en kısa sürede size kendimle ilgili daha fazla güncel bilgi vereceğime söz veriyorum” sözleriyle bitirdi.

Bolton’ın 4 Şubat ile 22 Aralık arasında 15’ten fazla konseri planlanmıştı. Şarkıcının sağlık durumu nedeniyle bunlardan hangilerinin iptal edileceği ya da erteleneceğiyle ilgili henüz bir bilgi paylaşılmadı.

Soft-rock ve ballad türü müziğiyle tanınan Bolton, 53 milyonun üzerinde albüm satışı elde etti. Müzik hayatına hard rock grubu “-Blackjack ile başlayan Bolton, sonraları söz yazarı olarak 1975’te “Bolotin” soyadıyla Laura Branigan ile çalıştı. Bolton, 80’lerin sonuna kadar sadece söz yazarı olarak biliniyordu. 1989 yılındaki 6. stüdyo albümüyle 3 numaraya ulaşan Bolton, 1996’ya kadar hep ilk üçe giren albümlere imza attı. 1989’da “How Am I Supposed to Live Without You” adlı eseri ve 1991’de “When a Man Loves a Woman” adlı şarkılarıyla Billboard Hot 100 listesinde bir numaraya ulaşan Bolton, müzik dünyasının en büyük isimlerinden biri olarak kabul ediliyor.

Read More

Karagöz gölge oyunu geleceğe taşınıyor

UNESCO’nun 2009 yılında, İnsanlığın Somut Olmayan Kültürel Mirası Temsili Listesi’ne kaydettiği, Türk tiyatrosunu temsil etme özelliği ile de sinemanın başlangıç noktasını oluşturan 700 yıllık “Karagöz” gölge oyunu, geleceğe taşınıyor.

UNESCO’nun 2009 yılında İnsanlığın Somut Olmayan Kültürel Mirası Temsili Listesi’ne kaydettiği Karagöz gölge oyunu, Bursa Uludağ Üniversitesi’nde kurulan Karagöz ve Kukla Oyunları Uygulama Araştırma Merkezi’nde geleceğe taşınıyor. Uludağ Üniversitesi Eğitim Fakültesi’nde öğrenim gören okul öncesi ve ilkokul öğretmen adaylarına Karagöz gölge oyununun tarihçe, tasvir tasarım ve oynatma eğitiminin verildiği merkezde Karagöz akademik alanda da temsil ediliyor.

Tekniği, Orta Asya’da yaşayan göçebe Türklerin çadırlarda oynattığı Çadır Hayal kukla oyununa dayanan ve yaklaşık 700 yıl önce Osmanlı döneminde Bursa’da Şeyh Mehmet Küşteri’nin çalışmasıyla Türk Tiyatrosu’ndaki yerini bulan Karagöz ve Hacivat, döneminin siyasi ve toplumsal olaylarına ışık tutarak, eleştirilerini perdeye yansıtıyor.

“BUGÜNKÜ SİNEMANIN BAŞLANGIÇ NOKTASINI KARAGÖZ OLUŞTURUYORDU” Karagöz’ün halkın yaşadığı sorunları duyurmak için araç olarak da kullanıldığını vurgulayan Karagöz ve Kukla Oyunları Uygulama Araştırma Merkezi Müdürü ve BUÜ Güzel Sanatlar Fakültesi Sahne Sanatları Bölümü öğretim üyesi Doç. Dr. İbrahim Öztahtalı, Karagöz’ün Avrupa’da Türk Tiyatrosu’nu temsil eden önemli bir tip olduğunu söyledi. Karagöz ve Hacivat gölge oyununun, televizyon ve sinemanın temelini oluşturduğunu belirten Öztahtalı, “2009 yılında UNESCO, Somut Olmayan Kültürel Mirası Temsili Listesi’ne Karagöz’ü ekleyerek Karagöz’ün artık dünya mirası olduğunu deklare etmiştir. Yüzyıllarca Bursa’da varlığını sürdüren Karagöz, geçmiş yıllarda İstanbul’da ve Anadolu’nun farklı kentlerinde seyirlik bir oyun olarak sahneye konuluyor ve tiyatro olarak biliniyor. Osmanlı Dönemi’nde Avrupa’da Karagöz Türk Tiyatrosu olarak anılıyor. Birçok seyyah Anadolu’ya ve İstanbul’a gelerek Karagöz’ü izliyor. Karagöz, televizyon ve sinemanın biraz daha ilkel bir hali. Arkada bir ışık ve perdenin üzerinde hareket eden resimler, yani suretler. Aslında bugünkü sinemanın başlangıç noktasını Karagöz oluşturuyordu” ifadelerini kullandı.İNSANLAR SÖYLETEMEDİKLERİNİ KARAGÖZ’E SÖYLETİRLER” Karagöz’ün her dönem toplumun sağduyusunu temsil eden bir tip olduğunu söyleyen Öztahtalı, ” Karagöz ve Kukla Oyunları Uygulama Araştırma Merkezi’nin amacı, bütün dünyaya Anadolu’dan, Bursa’dan çıkan bu 2 önemli tipi ve diğer tip arkadaşlarını tanıtmak. Çünkü Karagöz aynı zamanda Anadolu insanının sağduyusunu da temsil eder. Bizdeki eleştirel bakışın da bir ikonudur Karagöz. Çünkü insanlar söyletemediklerini Karagöz’e söyletirler. Eleştiremedikleri konuları perdeden Hacivat, Karagöz ve diğer tiplerle dile getirirler. Halkın sağduyusu olarak Karagöz, bütün insanların sesidir aynı zamanda. Karagöz’ü sadece Bursa ve Türkiye’de bilinir kılmak değil, bütün dünyada Karagöz’ü bizim bir parçamız olarak tanıtmak istiyoruz. Bu yüzden projelere imza atıyoruz. Milli Eğitim Bakanlığı ile protokol yaparak Karagöz’ü EBA TV sayesinde 18 milyon öğrencinin evine götürdük. Uluslararası bir kitaba imza attık ve bugüne kadar yapılan bütün Karagöz araştırmalarını bir kaynakça altında topladık. Bursa’nın geleneksel yemeklerini perdeden insanlara anlattık” dedi.“YÜZLERCE YILDIR VAR VE YÜZLERCE YIL DEVAM EDECEK” Karagöz ve Hacivat gölge oyununun ve tiplerinin Osmanlı Dönemi’nde Şeyh Mehmet Küşteri’nin çalışmasıyla Bursa’da ortaya çıkığını ve Osmanlı Devleti’nin büyümesiyle farklı coğrafyalara yayıldığını aktaran Hayali Nevzat Çiftçi, şunları söyledi: “Uludağ Üniversitesi’nde  Karagöz ve Kukla Oyunları Uygulama Araştırma Merkezi bünyesinde, geleceğin öğretmenlerine Karagöz’ü öğretmeye çalışıyoruz. Karagöz’ün yok olması mümkün değil, yüzlerce yıldır var ve yüzlerce yıl devam edecek. Orta Asya’ya kadar giden bir tekniktir perde oyunu. Bursa’nın 1326 yılından sonraki döneminde, Osmanlı’nın payitaht ilan etikten sonrasında azınlıkların Ermeni, Yahudi, Kürt, Çerkez ne kadar insan varsa Türkçe bilmeden Türkçe konuşmaya çalışmalarının mizahıyla başlıyor Karagöz’ün dil komedisi. Osmanlı Devleti’nin 3 kıtaya yayılıp imparatorluk oluşu da Karagöz’ün bugünkü şöhretini getirmiş oluyor” diye konuştu.“AMACIMIZ 700 YILLIK KARAGÖZ’Ü GELECEĞE TAŞIMAK” BUÜ Eğitim Fakültesi Okul Öncesi Eğitim bölümü öğrencilerinin, seçmeli ders olarak aldıkları gölge oyunu eğitimiyle, kültürel mirasın öğretmenler eliyle gelecek nesillere aktarılmasının amaçlandığını belirten ve geleceğin öğretmenlerine, 700 yıllık Karagöz’ü öğrettiklerine dikkat çeken Çiftçi, “Hayaliler, kendi dönemlerinde oyunu sürekli güncellemiştir, Karagöz’ün Gelin Olması oyunu 500 yıl önce farklı oynanmıştır. Her dönemde farklı oynanan bir oyundur bu ve biz bugün daha farklı oynuyoruz. Öğretmen adayları gelecekte öğrencilerine anlatacak ve kim bilir onlar nasıl oynayacaklar. Karagöz’ü belki uzayda oynayacaklar, belki de Karagöz uzayda oynatılacak. Amacımız, geleceğin öğretmenlerine 700 yıllık Karagöz’ü, öğreterek geleceğe taşımak” dedi.

Read More

Londra müzelerindeki 1700'e yakın eserin çalındığı ya da kaybolduğu bildirildi

İngiltere’nin başkenti Londra’daki müzelerden, aralarında Kraliçe Victoria’nın portresinden 200 milyon yıllık fosile 1700’e yakın eserin çalındığı ya da kaybolduğu rapor edildi.

Londra’daki müzelerden, 1700’e yakın eserin çalındığı ya da kaybolduğu bildirildi. Sky News’te yer alan habere göre, Ağustos 2023’te, British Museum’daki yaklaşık 2 bin eserin çalındığı, kaybolduğu ya da zarar gördüğünün ortaya çıkmasının ardından gözler ülkede kamu kaynaklarından pay alan diğer müzelere çevrildi. Bilgi Edinme Yasası kapsamında müzeler, envanterlerinde tespit edemedikleri kayıtlı eserlerin sayısını açıkladı. Müzelerden 1700’e yakın eserin çalındığı ya da kaybolduğu belirlendi. Buna göre Ulusal Portre Galerisi, 45 eserin kayıp olduğunu belirtirken bu eserler arasında 1869 yılına tarihlenen Kraliçe Victoria portresi, 19. yüzyıla tarihlenen Kral John’un Magna Carta’yı kabul ettiğini gösteren gravür, ressam Thomas Stothard’ın bronz heykeli ile Kraliçe Elizabeth’in bir düğün fotoğrafının negatifinin bulunduğunu duyurdu. Galeri, kayıp eserler arasında çoğunlukla fotoğraf negatiflerinin yer aldığını, bunların da dijital ortamda kopyalarının bulunduğunu açıkladı. Dünyanın en büyük sanat eserleri koleksiyonuna sahip Victoria ve Albert Müzesi, envanterindeki 180 eserin kayıp olduğunu belirtirken bunlar arasında tablolar, gölge oyunlarında kullanılan tasvirler, çizimler, kıyafetler ve bir fare kapanı olduğu bilgisini paylaştı. Müze sözcüsü, bulunamayan eserlerin çalındığı anlamına gelmediğine dikkati çekti. Sözcü, “Eser taşındıktan sonra katalog güncellenmesi yapılmamış olabilir. Güncellemenin ardından eserler çoğunlukla tespit edilir.” ifadelerini kullandı.

SADDAM HÜSEYİNLİ TAKVİM KAYIP Başlangıç meridyeninin bulunduğu Kraliyet Gözlem Evi ve Ulusal Deniz Müzesi gibi 4 müzeyi bünyesinde barındıran Greenwich Kraliyet Müzeleri, envanterinde bulunan 245 eserin akıbetini tespit edemedi. Greenwich Kraliyet Müzelerinden yapılan açıklamada, kayıp eserler arasında teleskoplar, gülle, haritalar, pusulalar, bir azimut halkası ve bir yasa bulunduğu ifade edildi. Açıklamada, söz konusu kayıplara bilgisayar sistemlerindeki hatalar ile yanlış bilgi girişlerinin sebep olabileceği vurgulandı. Müze, ayrıca denetimler sonucu 2008’den bu yana kayıp olduğu düşünülen 560 eserin de tespit edildiğini duyurdu. Koleksiyonunda bulundurduğu yaklaşık 80 milyon eserle aynı zamanda araştırmacıların da yoğun ilgisini çeken Doğa Tarihi Müzesi de çok sayıda fosilin kayıp olduğunu açıkladı. Müzenin açıklamasında, 200 milyon yıllık bir sürüngenin çene kemiği parçası, 180 balık kemiği ve bir timsah dişinin kaybolduğu ya da çalındığı belirtilirken, koleksiyondaki bazı kayıpların ise yanlış koruma uygulaması nedeniyle yok olduğu aktarıldı. Londra’daki Bilim Müzesi, bazı makine modellerinin, Kraliyet Askeri Müzesi ise bazı zırh ve süngülerin nerede olduğunun bilinmediğini açıkladı. İmparatorluk Savaş Müzesi, eski Irak lideri Saddam Hüseyin’e ait fotoğrafların bulunduğu bir takvim, kamuflaj çizimleri, İngiliz komutanlara ait notların da aralarında olduğu 550 eserin kayıp olduğunu duyursa da bu eserlerin maddi değerinin düşük ve seri üretimde bulunan eserler olduğu açıklamasını yaptı. BAZI ESERLER EBAY’DE SATIŞA ÇIKARILMIŞ British Museum, 16 Ağustos 2023’te yaptığı açıklamada, müze depolarındaki çok sayıda tarihi eserin çalındığını, kaybolduğunu veya zarar gördüğünü bildirmişti. Sergi amaçlı değil akademik araştırma amaçlı müzede bulundurulan eserlerden sorumlu bir kişinin işten çıkarıldığı belirtilmişti. Söz konusu personelin Akdeniz kültürleri, Helenistik dönem heykelleri ve eserleri alanında çalışan küratör Peter Higgs olduğu, kayıp eser sayısının ise yaklaşık 2 bin olduğu İngiliz medyasına yansımıştı. Bazı eserlerin yıllardır alışveriş sitesi eBay’de alıcısını beklediği ortaya çıkmış, satışa çıkarılan eserlerin müze kataloglarında fotoğrafı olmayan eserler olduğu belirtilmişti. Arkeolog Dorothy Lobel King de “Hangi eserlerin müzede olmadığını söylemek çok zor. Müze 2 yıldır kayıpları kabul etmiyor ama sadece bu yıl içinde akademik araştırma için görmeyi talep ettiğim kabartmaların hiçbirini göremedim.” demişti. Skandal üzerine müzenin 8 yıllık müdürü Hartwig Fischer istifa etmişti. Çalıntı haberleri üzerine, Türkiye’nin de aralarında yer aldığı müzede eserleri bulunan ülkeler, bu eserlerin akıbetini öğrenmek ve iadesini sağlamak için harekete geçmişti.

Read More

Ünlüler dünyasında kitap yazma modası

Dünyaca ünlü isimler arasındaki kitap yazma modası popülaritesini korumaya devam ediyor. Britney Spears anı kitabıyla New York Times’ın en çok satanları arasına girdi. Kanadalı aktör Keanu Reeves ise ilk romanını yayımlamak için kolları sıvadı.

Kitap yazmak şov dünyasının yıldızları arasındaki popülaritesini korumaya devam ediyor. Kulvarları ayrı ünlü isimler yazdıkları kitaplarla gündemden düşmüyor. Prens Harry’nin milyonlarca satış yapan ve best seller olan 416 sayfalık anı kitabı “Spare” hem kendisinin hem de yayınevinin yüzünü güldürmüştü. Şimdilerde benzer mutluluğu Britney Spears, hayatının bilinmeyenlerini anlattığı anı kitabı “İçimdeki Kadın” ile yaşıyor. 24 Ekim’de raflardaki yerini alan ve Spears’ın dikkat çeken söylemleriyle gündemden düşmeyen kitap 2 milyon satış rakamına ulaşarak New York Times’ın en çok satanları arasına girdi. Kanadalı aktör Keanu Reeves de Britanyalı yazar China Miéville’le işbirliği yaparak bu yıl ilk romanını yayımlamak için kolları sıvadı. Ortak romanın adının “The Book of Elsewhere” (Başka Yerlerin Kitabı) olması planlanıyor. Ölümsüz bir savaşçının ölümsüzlüğünü anlamak için çıktığı bin yıllık yolculuğu konu alan roman, 23 Temmuz’da Britanya’nın meşhur yayınevi Penguin tarafından yayımlanacak.

Read More

Gerçekliği tartışma konusu olan biyografik filmler

Biyografi türündeki filmler, gerçekte yaşanan olayları her zaman olduğu gibi yansıtmayabilir, birkaç ayrıntı göz ardı edilebilir. Bir film için “Gerçek bir hikayeden uyarlanmıştır” ibaresi kullanılsa da asla yüzde 100 doğru olmaz… Ancak bir hikayeye gerçeği çarpıtmadan anlatmakla, doğrudan yalan söylemek arasında fark var. Şimdiye kadar yapılan bazı popüler biyografik filmler ya dramatik ayrıntıları abartıyor ya da tamamen uydurma bir gerçeklik üzerine kurulu. İşte o filmlerden bazıları…

Şizofreni ve akıl hastalığı gibi rahatsızlıkları bir filmde “görsel olarak” yansıtmak zor bir şey Bu nedenle John Nash’in zihinsel durumu “görsel halüsinasyonlarla” hiç deneyimlemediği bir şekilde süslendi.
Gerçeği tam olarak yansıtmasa da bu en azından hastalığı sinema diline uyarlama açısından anlaşılabilir bir durum. Ancak daha az anlaşılır olan şey Nash ile bir zamanlar matematik bölümü pikniğinde yere fırlatıp ayağıyla boynuna bastırarak şiddet uyguladığı eşi Alicia Larde arasındaki yüceltilmiş aşk.
Başka bir deyişle film, Nash’in muzdarip olduğu akıl hastalığını alıp çok daha kahraman dostu hale getirerek süreçteki her türlü ahlaki belirsizliği etkili bir şekilde ortadan kaldırdı.
Marie Antoinette’in en büyük hatası, saçmalıklardan ziyade kasıtlı tarz seçimleri.
Akla kullanılan modern müzik ve renkler geliyor ama filmin asıl sorunu siyasi bağlamı büyük ölçüde göz ardı etmesi ve sadece kraliyet hayatına odaklanması.
Sonuç iyi yapılmış olsa da ortaya “unutulabilir” bir içerik çıkıyor. Ancak genel olarak başrol oyuncunun davranışları, gerçek hayattaki Marie Antoinette’e şaşırtıcı derecede yakın kurgulanmış.
Biyografik bir filmde başrol Robin Williams gibi bir efsane olduğunda, temsil ettiği karakterden çok kendisine benzeme ihtimali yüksek. Bu sadece Patch Adams için değil, Günaydın Vietnam’daki DJ karakteri için de geçerliydi.
Patch Adams filmi, gerçek hayattaki doktorun insani yardım çalışmalarına yüzeysel bir şekilde yer verilmesiyle iyi hissettiren bir komediye dönüştürüldü. Adams filmi kendi sözleriyle, “Çocuklarımı ağlattı ancak iyi bir şekilde değil.” ifadeleriyle tanımladı.
Yönetmen Oliver Stone hiçbir zaman bir dönemin ruh halini yakalamak varken tarihsel doğruluğu tercih eden biri olmadı. Ya da Doors davulcusu John Densmore’un ifadesiyle Stone, “zamanın güzel empresyonist bir tablosunu” yapıyor diyebiliriz.
Densmore filmi beğenirken, klavyeci Ray Manzarek çok daha az affediciydi. Manzarek yönetmen Stone’u, Jim Morrison’ın gerçekte var olandan daha karanlık bir versiyonuna odaklanmakla suçladı. Filmde aktarılanın aksine şarkıcı hiçbir zaman şiddetli krizler yaşamadı veya okulu bırakmadı.
Toplum CBGB’ye pek çok yanlış yaptı. Bir zamanların ikonik kulübü kapanmakla kalmadı aynı zamanda konseptinin tek biyografik hikayesi de hem sıkıcı hem de gerçekten uzak.
Bad Brains ve The Dead Kennedys gibi birçok farklı gruptan ikonik siyahi insanları kulübün tarihi açısından önemlerine rağmen hikayeden tamamen çıkarıyor.
Sahibi Hilly Kristal’in kendisi, gerçek hayattaki başarısına rağmen tuhaf bir şekilde başına buyruk bir şekilde gösteriliyor. Ve daha da kötüsü, filmin punk rock türünü tasvir etme şekli utanç verici derecede karikatürize sınırlarda.
Çağımızın en büyük gizemlerinden biri, herhangi bir film stüdyosunun Michael Bay’in öldürmeden önce bir adama bir ay boyunca işkence eden iki suçlunun gerçek hikayesini anlatan bir komedi filmi yapmasına neden ve nasıl izin verdiği olacak.
Pain Gain hatalı ve acımasız bir film. Filmde nükteli bir kaza olarak tasvir edilen gerçek hayatta önceden planlanmış çifte cinayet.
Paul Doyle karakteri aslında üç farklı “Sun Gym” çete üyesinin birleşimi. Mark Wahlberg’in oynadığı karakter Daniel Lugo, gerçek hayatta Porto Riko kökenli ve kurban Victor Kershaw ile gerçekte asla arkadaş olmadı.
The Elephant Man, Frederick Treves’in anılarının son derece sadık bir uyarlaması. Tek sorun anıların kendisinin pek de doğru olmaması, öyle ki Joseph Merrick’in adı bile yanlış anılıyor.
Ayrıca Merrick’in ajansının neredeyse tamamı elinden alındı. Film onu ​​bir dizi karnaval şovmeninin kölesi olarak tasvir ediyor. Gerçekte ise çoğu zaman bir iş ortağıydı ve işinden geçim sağlıyordu. Bunu düşündüğünüzde, bir kurban haline getirmek için karakterin iş anlayışını elinden almak oldukça aşağılayıcı.
Acı deneyimlerden öğrendiğimiz gibi Mark Zuckerberg’den hoşlanmamak için pek çok neden var. Ancak bu nedenlerden biri, Facebook’u eski kız arkadaşını geri kazanmak için kurması değil.
Çünkü aslında The Social Network filmindeki zaman akışında gelecekteki eşiyle zaten çıkıyordu. Çok iyi söylenmiş olsa da platformu eski kız arkadaşı için kurmuş olması büyük bir yalan. Zuckerberg’in kendisine göre filmde doğru olan tek şey karaktere giydirdikleriydi.
Thermopylae Muharebesi’nin veya sivri nesnelerle yapılan herhangi bir savaşın gerçek hikayesi şüphesiz ki yeterince dramatiktir. Yani bir film yapımcısının onu daha ilginç kılmak için “savaş gergedanları” icat etmesine gerek yoktur.
Muhtemelen bu filmin pek çok farklı karakterle ilgili pek çok farklı düzeyde yanlış olduğunu söylemeye gerek yok.
Delinmiş dev bir kötü adam, deforme olmuş bir hain, demokrasinin görkemli bir koruması yoktu çünkü Spartalılar köle tutmaya devam etme hakları için savaşıyorlardı.
Thermopylae Muharebesi’ndeki Yunan kuvvetlerinin gerçek sayısı 300’e değil 5 bin veya 6 bine yakındı.
Ancak bunu bu kadar tuhaf kılan şey, yönetmen Zack Snyder’ın filmin “yüzde 90 doğru” olduğunu ve tarihçilerin çok beğendiğini söyleyerek övünmesi.
Film pek çok şüpheli rastlantı ile dolu olsa da muhtemelen en büyük sorun kadına yönelik şiddet olaylarının göz kamaştırıcı bir şekilde yok sayılması olabilir.
Dr. Dre’nin kadınlara- özellikle de gazeteci Dee Barnes’a saldırısı filmde göz ardı ediliyor.
Hollywood, hala hayatta olan insanlar hakkında, özellikle de ünlü ve güçlü kişiler hakkında, pembe bir mercekle çekilen biyografik filmlerin yapıldığının gayet farkında. Bu film de bunun güzel bir örneği.
Lincoln filminde bir sürü küçük şeyin olduğundan daha dramatik hale getirildiğini söylemek muhtemelen sürpriz olmaz.
Örneğin, iki askerin Gettysburg Konuşmasını ezberlediği açılış sahnesi kesinlikle o dönemde gerçekleşecek bir şey değil, çünkü konuşma yıllar sonrasına kadar meşhur olmamıştı.
Film Abraham Lincoln’ün o zamanlar herkes kadar ırkçı olduğu, hatta bir tartışma sırasında beyazların üstünlüğüne olan inancını ifade ettiği kısmı da ustalıkla dışarıda bırakıyor.
Gerçek suç hikayeniz bir adamın vergi kaçakçılığı nedeniyle tutuklanmasıyla sona erdiğinde işleri biraz süsleme ihtiyacı hissedebilirsiniz. The Untouchables, çatıdaki kovalamaca sahnesi de dahil olmak üzere, hiç gerçekleşmemiş bir sürü Elliot Ness çatışma sahnesi içeriyor.
Ness gerçek hayatta federal vergi soruşturmasına bile dahil değildi, baskınları bir amaca ulaşmaktan çok oyalama işlevi görüyordu.
Ancak bu baskınlar bile filmde gördüklerimiz kadar heyecan verici değildi ve Ness, Kevin Costner’ın canlandırdığı izci çocuğa hiç benzemiyordu.
Gerçek Bonnie ve Clyde hakkında bilmediğimiz en büyük detaylardan biri de onların sevgili olup olmadığı. Öyle olduğu varsayılıyor ama bunu bilmemize imkan yok. Bu romantik ayrıntının eklenmesi, tüm hikaye hakkında büyük bir yanlış anlamanın başlangıcıydı. 1967 yapımı klasik film bunun büyük bir örneğiydi.
Tüm cinayetlerin üzerini örtmenin yanı sıra, bu film bize ikilinin Robin Hood benzeri bir versiyonunu gösteriyor.Filmde ikili soygunlarını yalnızca büyük kurumsal bankalarla sınırlandırıyor. Oysa gerçek hayatta çiftin asıl soygun noktaları küçük kasaba bakkalları ve benzin istasyonları.
Büyük İskender’in hayatını anlatmak kesinlikle bir mini diziyle çok daha rahat olurdu çünkü bu epik uzunluktaki film bile her şeyi sığdırmakta zorlandı.
Tarihçiler, filmin son halinde ne kadar çok şeyin eksik kaldığı konusunda oldukça üzgündü. Daha da kötüsü, filmin içerdiği her şey tam olarak doğru değildi.
Muhtemelen en üzücü olanı gerçekte bunun tam tersi olmasına rağmen Pers ordusunun filmde dağınık ve kirli bir grup olarak tasvir edilmesi ve kolayca yenilgiye uğratılması.
Disney’in Pocahontas’ının tarihsel olarak hatalı olduğu birçok noktayı ayrıntılı olarak ele almamıza gerek yok.
Disney tarihin en üzücü olaylarından birini aldı ve “Kızılderili bir kadın ile yakışıklı bir istilacı arasındaki aşk hikayesiyle süsleyerek” izleyiciye hiçbir sorun yokmuş gibi izletmeyi başardı.
Uzaylılar kültürümüzü yargılamak için geldiğinde bu filmi saklasak iyi olur.
Kuşları seven bir mahkumun şiddetli bir isyanı durdurmasını konu alan Birdman of Alcatraz hedefin çok uzağında.
Hapishanenin eski mahkumları filmi Robert Stroud’un vahşetini yumuşatması nedeniyle “mükemmel bir komedi” olarak nitelendiriyor.
İnsanlar tarafından “acımasız katil” olarak tanımlanan Stroud’a “psikopat” teşhisi konuldu ve kuş besleme alışkanlığı nedeniyle hapsedildiği süreçte tam bir pislik içinde yaşadı. Kuşlar konusunda berbat olmasının yanı sıra, bakım ekipmanlarını gizlice alkol hazırlamak için kullandı. Bu hareketiyle Alcatraz’a transferini kaçınılmaz kılmış oldu.
Tarihsel süreklilik hatalarını bir kenara bırakırsak, Iron Lady’deki en bariz yanlışlıklar, Margaret Thatcher’a siyasi eylemleriyle ilgili tekil sorumluluk yüklenmesi ve danışmanlarından birinin suikasta kurban gitmesi gibi kendisiyle alakasız olayların filmin merkezine yerleştirilmesi.
Bu birkaç tarihçinin görüşü değil, onu gerçekten tanıyan kişilerin ve filmin dayandığı kitabı yazan biyografi yazarının görüşü. Yazara göre film Thatcher yönetimindeki önemli isimlerin katkılarını büyük ölçüde ortadan kaldırdı ve onu bir politikacıdan çok yalnız bir vizyoner haline getirdi.
William Wallace’ın sinematik hikayesi kısa olduğu kadar tarihsel açıdan da doğru.
Hikayeyi izleyiciler için çekici hale getirmek adına ne kadar değişiklik yapmaları gerektiğini hissetmeleri gerçekten etkileyici. Örneğin Wallace’ın takma adı gerçek hayatta “Cesur Yürek” değildi.
Ayrıca giydikleri etekler ve yüz boyası tarihsel olarak yaklaşık 300 yıl uzakta kalıyor.
Kostümlerin yanında hemen hemen tüm zaman çizelgesi ve karakterler yanlış. Ne yazık ki filmin tamamı heyecan verici bir yalandan ibaret.
Gerçek hayattaki Leigh Anne Tuohy’nin Michael Oher’i kabul ettiği ve sonunda benimsediği doğru.
Ancak The Blind Side’de Michael Oher’ı futbola başlamaya teşvik ettiği kısım tamamıyla uydurma. Ödül sezonundan dolayı Oher’in kişisel başarıları ve hırsları tamamen zengin bir aileye atfedildi.
Bu durum sporcuyu sonraki röportajlarda rahatsız etti ve filmde görülen versiyonun kesinlikle kendisine benzemediğini belirtti. Ama Sandra Bullock “beyaz tenli kurtarıcı” rolüyle Oscar aldı, yani her şeye değdi!
Bir kralın konuşma engelinin üstesinden gelmeyi öğrenmesinin iyi hissettiren hikayesi eğer söz konusu kahramanın aslında gösterildiği kadar kötü bir kekemeliği olmasaydı pek de sürükleyici olmazdı. Ne yazık ki filmde gösterilenşn aksine Kral 6. George eğer yeterince iyi odaklanırsa kesinlikle kesintisiz bir konuşma yapabiliyordu.
Filmde Dük ve Düşes’in şımarık kuklalar olarak tasvir edilmesi veya 8. Edward’ın zorba olarak gösterilmesi gibi pek çok başka küçük yanlışlık da var. Ancak filmin dramatik hikayesinin tamamen sahte olduğu gerçeği geri kalanını gölgede bırakıyor.
Mozart ile Antonio Salieri arasındaki rekabeti konu alan 1984 tarihli bu biyografik film oldukça hatalı.
Örneğin açılış jeneriğinden önce Salieri’nin bir delilik anında kendi boğazını kestiği sahne gerçekte aslında hiç yaşanmadı.
Aslına bakılırsa filmde, “yaşlı bekar” tasvirinden (gerçek hayatta evliydi ve sekiz çocukluydu), ana karakterle yaşadığı şiddetli rekabete (Mozart öldüğünde arkadaşlardı) kadar bu karakterle ilgili çoğu şey yanlış. Tüm ayrıntıları uydurursanız tarihin çok dramatik olabileceğinin güzel bir örneği.
John Wayne’in Cengiz Han rolünü üstlendiği bir filmin neden tam anlamıyla isabetli olmayabileceği ortada.
Ancak filmde hem kostümler hem de diyaloglar yanlış ve öyle görünüyor ki filmde çalışan hiç kimse bunu doğru yapmak için istekli değildi.
Neredeyse tüm oyuncu kadrosunun kahverengi suratlı olması sorununun yanı sıra Cengiz Han’ın filmde kaçırdığı ancak gerçek hayatta aslında onunla görücü usulü bir evlilikle nişanlanan Bortai ile olan ilişkisi de yanlış anlatılıyor.
Daha sindirilebilir bir drama elde etmek için birinin hayatının birkaç küçük anını sansasyonel hale getirmek anlaşılabilir.
The Imitation Game, Alan Turing’i çılgınca vatana ihanetle suçlarken kişiliğini oldukça çekici göstermeyi başarıyor. Filmde bir Sovyet casusu cinselliğini ifşa etmekle tehdit ederek ona şantaj yapıyor.
Turing’in biyografi yazarına göre, bu iki kişinin bırakın şantaj yapmayı aynı ekipte çalıştığı fikri bile “gülünç”. Ayrıca hayattayken yeterince incelemeye tabi tutulmuş bir adam için bu son derece aşağılayıcı bir durum.
P.T. Barnum filmin aksine karısını şarkıcı Jenny Lind ile hiçbir zaman alenen aldatmadı. Ancak himayesi altındaki Phillip Carlyle (Zac Efron) ile siyahi bir trapez sanatçısı (Zendaya) arasındaki ırklar arası aşk ilişkisine de göz yummadı.
Aslında Barnum,  Afrika kökenli bir kadını satın alan ve daha yaşlı görünmesi için dişlerini söken, daha sonra öldüğünde halka açık bir otopsi düzenleyen cani bir tüccardı.
Film Barnum’un gerçekte aslında ne kadar canavar olduğunu tamamen örtbas ediyor.
Tarihte sömürücü ve ayrıcalıklı bir iş adamının filmde daha genç ve çekici Hugh Jackman olarak yeniden yaratılması da izleyicinin gözünü boyamak açısından çok ideal.
Ancak filmle ilgili en büyük utanç, Barnum’a dürüst bir bakışın neşeli bir müzikal değil etkileyici bir film ortaya çıkaracak olması.
Read More

10. Leyla Gencer Şan Yarışması'nın başvuruları başladı

İstanbul Kültür Sanat Vakfı (İKSV), Borusan Sanat ve La Scala Tiyatrosu Akademisi tarafından organize edilen “10. Leyla Gencer Şan Yarışması”nın başvuruları açıldı.

İKSV’den yapılan açıklamaya göre, “10. Leyla Gencer Şan Yarışması“nın başvuruları 3 Mayıs‘a kadar devam edecek. Jüri başkanlığını Stephane Lissner’in üstleneceği yarışmanın ön elemeleri mayıs, haziran aylarında final serisi ise 22-27 Eylül’de İstanbul’da gerçekleştirilecek. 10. Leyla Gencer Şan Yarışması’nın bu yılki jürisinde ayrıca La Scala Tiyatrosu Cast Direktörü Alessandro Galoppini, İngiliz Kraliyet Operası Jette Parker Genç Sanatçılar Programı Sanat Direktörü David Gowland, tenor Tiflis Devlet Opera ve Balesi Sanat Direktörü Badri Maysuradze ve Borusan İstanbul Filarmoni Orkestrası Sanat Yönetmeni ve sürekli şefi Carlo Tenan yer alıyor. Leyla Gencer’in onuruna ve 2008’deki vefatına kadar bizzat kendisinin katılımıyla gerçekleştirilen yarışmada, adaylar canlı ön elemelere katılmak yerine başvuru sırasında video kayıtlarını internet üzerinden yükleyerek de ön elemeye katılmayı seçebilecekler. Ön eleme sonuçları ise yarışmanın sitesinden 1 Temmuz’da açıklanacak. Tüm ses gruplarından 18-32 yaş arası şancılara açık olan yarışmada birinciye 7 bin 500, ikinciye 4 bin ve üçüncüye 2 bin 500 Euro ödülü verilecek. 1500 Euro değerindeki Leyla Gencer Halk Ödülü’nün sahibi ise finalde dinleyicilerin oylarıyla belirlenecek. La Scala Tiyatrosu Akademisi’nden üç aylık eğitim bursu ödülü, La Scala Tiyatrosu Akademisi Özel Ödülü de yarışmada sahibini bulacak. Yarışma kapsamında aynı zamanda Borusan İstanbul Filarmoni Orkestrası Özel Ödülü verilecek olan kişi, Borusan İstanbul Filarmoni Orkestrası eşliğinde bir konser vermeye hak kazanacak. İngiliz Kraliyet Operası Jette Parker Genç Sanatçılar Programı Özel Ödülü’nün sahibi olacak finalist ise İngiliz Kraliyet Operası’nda bir hafta boyunca en az beş eğitim seansı almaya hak kazanacak. Deutsche Oper Berlin ve Tiflis Devlet Opera ve Balesi’nin Özel Ödülleri ile de birer finalist bu operaların bir yapımında rol alacak.

Read More

Nazım Hikmet Prag’da anıldı

Modern Türk şiirinin önde gelen isimlerinden Nazım Hikmet, doğumunun 122’nci yıldönümünde Prag’da anıldı.

Usta şair Nazım Hikmet Prag’da anıldı. Anma töreninde bir konuşma yapan Prag Büyükelçisi Egemen Bağış, “Türkçemizi en güzel şekilde mısralaştıran Şair Nazım Hikmet’i sürgün yıllarının bir döneminde yaşadığı Prag’da sıkça vakit geçirdiği Slavia Cafe’de onuruna düzenlenen edebiyat ve müzik gecesinde andık. Eşim Beyhan hanımla birlikte bu gecede Nazım’ın ve Türk edebiyatının dostları ile birlikte olmaktan onur duyduk. Nazım Hikmet’in 20’nci yüzyılın en büyük şairlerinden biri olarak dünya çapında tanındığı konusunda herkes hem fikirdir” dedi. 

Etkinlikte sanatçı Roksan Mandel ve Suriyeli müzisyen Marwan Alsolaiman, Nazım’ın şiirleriyle bestelenen eserleri icra ederken, Çek sanatçı Hana Malthauserová şairin Çekçe’ye çevrilen şiirlerini seslendirdi.

Gecede Büyükelçi Egemen Bağış ve eşi Beyhan N. Bağış yakın bir zaman önce Cumhuriyetin 100’üncü yılı dolayısı ile Türk-Çek ilişkileri ve Prag’daki Türk Büyükelçiliğinin resmi konutu ile ilgili yayınlanan kitabın bir nüshasını Slavia Cafe’nin sahibi Jozef Onderka ve eşi Petra Onderkova’ya hediye ederek, kitapta Nazım’ın Türk-Çek ilişkilerinde oynadığı yapıcı role de atıf yaptıklarını vurguladılar.

Read More